Paul Cezanne üzerine…

Bugün Almanya’da tatil… Dini bir tatil… Bir yandan da Covit-19 salgınının yol açtığı gergin günler… Hayat çoğu zaman zorluklarla dolu… İnsan bazen yavaşlamalı diyorum… Hayatın akışına yol vermeli… Yan taraftan hızla akıp geçip gitmesine izin vermeli… Çünkü her taraf karamsar haberlerle dolu… Kara düşüncelere dalarsanız ruhunuzu karamsarlık kaplar… Ruhun düşüncelerin rengini aldığını söylemiş Heraklius… Bu yüzden anında tüketilen, yaşama katkı sağlamayan, uçucu, yüzeysel sözde bilgiler yerine biraz sanattan konuşalım diyorum…

Sanatın, ruhu karanlıktan aydınlığa çevirdiği söylenir hep… Bugün Fransız ressam Paul Cezanne’nin doğum günü… 19 Ocak 1839’da Fransa’da Aix-en-Provence’da doğmuş… 181. doğum günü… Paris’te École des Beaux-Arts’a girmeyi denemiş ama her defasında reddedilmiş. Galerilere gönderdiği tablolar hep geri çevrilmiş… 22 Ekim 1906’da 67 yaşında zatürreden ölmüş…

Yaşamının son dönemine kadar pek kabul görmemiş, döneminin sanat eleştirmenleri tarafından beğenilmemiş… ‘Ben tek başıma kalmak için yaratılmışım… Sanatçının kimseyi umursamadan çalışması temel amacıdır… Gerisi önemli değil’ diyerek yılmamış…

Yılmamış sonunda kendini geliştirmiş… Modern sanatın gelişmesine yaptığı katkılar dolayısıyla ‘Empresyonizm’ ile ‘Kübizm’ arasında bir köprü oluşturmuş… Yani doğadaki görünümün içine kişiselliğini katmış, ayrıca bir konuyu aynı anda değişik açılardan anlatan kübizmi de katmış… Aralarında Henri Matisse ve Van Gogh’un da bulunduğu çoğu ressama göre ‘modern sanatın’ babası odur…

‘Doğayı okumak, uyumu gizleyen görünmez örtüyü kaldırıp, altında olanları tanımlayabilmektir’ demiş üstad bir defasında… Uzmanlara bakılırsa resimlerindeki ana öğeler renk, çizgi ve ton… Hatta Cezanne bu konuda ‘Çizgi ve renkler ayrı şeyler değildir, boyarken çizebilirsiniz de… Renk doygunluğa ulaşınca form da bütünlük kazanmış olur’ demiş…

Cezanne’nin tablolarını anlayabilmek kolay mı bilmiyorum… Ayrıca anlamak da şart mı… Bir yazar şöyle demiş… ‘Herkes her tabloyu anlamaya çalışıyor… Ama her kuşun cıvıltısını anlamaya çalışmıyoruz… Örneğin, neden çiçekleri, geceyi, çevremizdekileri vesaireyi anlamadan seviyoruz… Ama konu bir tabloya gelince onu mutlaka anlamak gerektiği düşünüyoruz… Anlamadan da zevk alamaz mıyız’ Bu da değişik bir düşünce bence…

Ne ressam ne de eleştirmenim ama Cezanne’nin ‘Marne Köprüsü’ tablosu hoşuma gider… Savaş tablosu olmasa da Birinci Dünya Savaşı’ndaki Marne Muharebeleri’ni hatırlatır bana… Osmanlı ile de ilişkisi var bana göre… Helmuth von Moltke’nin komutasındaki Alman ordusu Fransız-İngiliz ordusuna yenildi. Savaşın öyle Alman zaferiyle çabuk bitmeyeceğini gösterdi… Buna rağmen Osmanlı Devleti, niye Almanların yanında savaşa girdi…

17 Mayıs 2015’de Türkiye’de gazetelerde şöyle bir haber yayınlanmıştı… ‘Yalova Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube ekipleri, ünlü Fransız ressam Paul Cezanne’ye ait olduğu öne sürülen, piyasa değeri 150- 200 milyon dolar olduğu belirtilen bir tabloyu satmak isteyen 3 kişiyi yakaladı’

Üç kişi akşam yakalanmıştı… Tablonun 150-200 milyon dolar olduğu şipşak nasıl anlaşılmıştı… O dönem merak edip takip etmiştim ama bir daha duyulmadı… Unutuldu gitti bu haber… Cezanne, yıllarca didinmiş, bir akım yaratmış ama bir tablo bile satamamış… Hayal bu ya… Cezanne, yıllar sonra Yalova’da bir otomobilin bagajındaki tablosuna 150-200 milyon dolar istendiğini duysa ne düşünürdü acaba…

Yorumlar

yorum