Üsküdar‘da Kasr-ı müzeyyen

İki yıl önce, 1998‘de vefat eden mimar Aydın Boysan’ı sanırım çok kişi tanır… Renkli kişiliği ile tanınan hoş sohbet biriydi. Bir dostum aracılığıyla bir kez meclisinde bulundum. ‘Osmanlı İmparatorluğu‘nun daha sona ermediği, Türkiye Cumhuriyeti‘nin ise, daha doğmadığı bir yılda yani 1921 yılında İstanbul’da doğdum. Padişah Vahdettin henüz tahttaydı…‘ derdi… 1940’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girip 1945’de bitirmiş. (Şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü) O yıllarda sadece 200 mimar varmış Türkiye’de… 55 yıl sonra 199’da mimarlığı bırakan Aydın Boysan’ın yaşam, sanat ve sosyal konularda 34 kitabı kitabı var… Ruhu şad olsun…

İstanbul aşığı rahmetli Boysan’ın ‘İstanbul Esintileri‘ isimli deneme ve inceleme yazılarını içeren bir kitabı var… Şimdi artık piyada yok… Ben yıllar önce bir sahafta bulup almıştım.  Kitabı da rahmetli Aydın Boysan gibi tam bir İstanbullu ünlü karikatürist Semih Balcıoğlu resimlemiş… Semih Balcıoğlu da 2006’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu vefat etmişti. Ruhu şad olsun. Rahmetli Boysan, bu kitabının 54. sayfasında ‘Mekan ve İnsan‘ isimli yazısında şöyle diyor…  ‘Bir mekan filmden, resimden, televizyondan falan ancak bir derece öğrenebiliyor. O üç boyutlu mekanın içine girmek ve sonrada da dördüncü boyutu, yani zamanı yaşamak gerek. Mekan ancak böyle kavranıyor. Sindire sindire, durup düşünerek…‘

Ben de bu düşüncelerle bir Pazar günü kadim semt Üsküdar’daki Şemsi Ahmet Paşa Camii’ne gittim. Eşim tarafından Altunizadeli‘yiz… Burası bize yakın… Denize sıfır konumundaki bu cami ve etrafı aslında bir külliye… Bu camiye bugüne kadar rahmetli Boysan’ın dediği gibi sindire sindire hiç bakmamıştım nedense… Sanırım öylesine pek bakan da yok…  Durup biraz baktım insanlar hızlı hızlı önünden geçip Kız Kulesi’ni seyretmek için veya kıyıda oturmak için Salacak’a veya aksi yönde meydana doğru gidiyor…  

Uzun yıllar harap olan cami ve külliyenin, bir ara yıkılması dahi düşünülmüş… Ancak tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı 1938 yılı başlarında Tan gazetesinde birbiri ardınca yazdığı yazılarla caminin perişan halini kamuoyuna duyurmuş… Bunu duyan Atatürk’ün hasta yatağında verdiği emirle Şemsi Paşa cami ve külliyesinin Vakıflar İdaresi tarafından 1940-43 arasında restore edilmesini sağlamış… Caminin yıkılan minaresi ve kubbesi yeniden yapılmış…  Hatta camiden alınıp götürüldüğü tespit edilen sütunların götürüldüğü yerler bulunmuş, toplanarak yerlerine konulmuş…

Bu güzel cami ve külliyenin banisi Kastamonu Candaroğulları hanedanından Kızıl Ahmet Bey‘in torunu ve Mirza Mehmed Paşa’nın üçüncü oğlu Şemsi Ahmet Paşa… Kendi hazırladığı secereye göre sülalesinin dokuzuncu kuşaktan Halid bin Velid‘e dayandığını yazsa datarihçi İbrahim Peçevi buna itiraz eder… Şemsi Ahmet Paşa caminin tamamlandığını göremeden 1580‘de vefat edince caminin yanına yaptırdığı türbeye gömülmüş.

Doğum tarihi bilinmediği için kaç yaşında ölmüş olduğu da bilinmiyor… Evliya Çelebi de bu cami için ‘Sahilde küçük bir camidir. Amma o kadar şirin bina olunmuştur ki geriden gören kasr-ı müzeyyen (süslü saray) zanneder‘ der… Mimar Sinan’ın yaptığı külliyeler arasında en küçüğüdür… 2003’te vefat eden yazar Çelik Gülersoy bu külliyeyi ‘Bir yapı topluluğundan ziyade, gümüş bir tepsi üzerine özenle yerleştirilmiş, broş ve gerdanlık cinsinden mücevhere benziyor. O kadar minyatür, o kadar uyumlu…‘diye tanımlar.

İşte bu denize sıfır bu nadide caminin yanına üç yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın döneminde denize kazık çakılmaya başlanmış, denizden yer kazanılmak istenmişti… Caminin deniz tarafından yaya yolu planlanmış… Bu yüzden caminin bahçesinde ve etrafında çatlaklar başlamış… Tarihçi İlber Ortaylı o dönem bizzat camiye gelmiş ve ‘Buraya kazık çakılacaksa Mimar Sinan’ın zamanında alası çakılırdı. Niye Mimar Sinan doldurmamış burayı da sen dolduruyorsun…Burayı genişletecekler, sonra oturup çay içecekler herhalde. ‘ diye çıkışmıştı. Onun tepkisinden sonra yapılan gösteriler sonucu çalışmalar durdurulmuştu… İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamada ‘Üsküdar Şemsi Paşa Camisi önünde  yapılan çalışma durduruldu. Proje tekrar değerlendirilecek‘ denilmişti… Pazar günü de baktım. Çalışmalar üç yıldır öylece duruyor. Etrafına çevrili tahta perdeler de… Umarım o narin caminin etrafı tekrar eski haline getirilir…

Bu caminin ne minaresine ne de kubbesine kuşlar konar. Halk, bu özelliğinden dolayı ‘Kuşkonmaz Camii’ der… Bir rivayete göre, Şemsi Ahmet Paşa, Mimar Sinan‘a giderek, ‘Bana öyle bir yerde cami yapki üzerine kuşlar pislemesin‘ demiş… Bunun için de bir rivayet anlatılır… Ne kadar doğru olduğunu bilmek mümkün değil ama hoş bir rivayet… Çünkü külliyenin hemen yanında bir zamanlar Şemsi Ahmet Paşa’nın kasrının olması bu rivayete şüphe düşürse de dinlemesi bile hoş bir rivayet…  Bu rivayet Şemsi Ahmet Paşa ile Sokullu Mehmet Paşa arasında geçmiş… Rivayete göre, bir gün nedense konu dönüp dolaşıp Sokullu Mehmet Paşa’nın Mimar Sinan’a Azapkapı‘da yaptırdığı camiye gelmiş… Zaten araları pek de iyi olmayan iki paşadan Şemsi Ahmet PaşaCami yaptırmışsın ama üstünü kuşlar pisliyor‘ deyip kızdırmak istemiş Sokullu Mehmet Paşa’yı… O da altta kalmamış ve ‘Semaya açık heryerden kuşlar da nasibini alır‘ diye cevaplamış…

O dönemler sadrazamların, paşaların cami, külliye ve benzer şeyler yaptırması gelenek olduğu için sıra Şemsi Ahmet Paşa’ya gelince almış bir düşünce… İşte Mimar Sinan’a ‘Bana öyle bir yerde cami yapki üzerine kuşlar pislemesin‘  dediği talep böyle çıkmış… Mimar Sinan da araştırmış… Boğaz, Haliç ve Marmara’nın birleştiği, kuzey-güney rüzgarlarının kesiştiği bu yeri bulmuş… Dalgaların kıyıya çarpmasıyla meydana gelen titreşimi de dikkate alarak burada yapmaya karar vermiş… Çünkü bu etkilerin kuşları rahatsız edeceğini ve buraya konmayacağını düşünmüş… Matematik, geometri ve kaya mekaniğinde geldiği nokta yaşadıgı çağın çok ötesinde…

Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazan, Türkçe Divanı olan Şemsi Ahmet Paşa ilginç biri… Türkçe divanının dışında Arapça-Türkçe sözlüğü, Tuhfe adlı Farsça-Türkçe manzum sözlüğü, İslam dini, İslam devletleri, Osmanlı tarihine ilişkin eserleri de var… Şemsi Paşa‘nın annesi Sultan II. Bayezid’in oğlu Şehzade Abdullah’ın büyük kızı Şahnisa Sultan… Babası  Mirza Mehmed Paşa da Osmanlı idaresinde çeşitli görevler almış… Şemsi Ahmet Paşa’nın Fahrünnisa Hatun isimli bir kızı ile babalarının sağlığında paşalığa kadar yükselen Mahmud ve Mustafa Bey adlı iki oğlu varmış… Hatta 1594’de Estergon Kalesi Avusturya tarafından kuşatılınca o dönem Bolu Sancakbeyi olan oğlu Şemsi Paşazade Mahmud Paşa yardıma gönderilmiş…

Şemsi Ahmet Paşa genç yaşta Topkapı Sarayı’nda görev almış… Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad dönemlerinde sarayda kapıcıbaşılıktan başlayıp avcıbaşılık, bölük ağalığı, müteferrikalık ve sipahi ağalığı, valilik, beylerbeyliği çeşitli görevler yapmış… Usta bir avcı olduğu için özellikle Kanuni Sultan Süleyman ava giderken yanında götürürmüş, bu yüzden avcıbaşılığa kadar terfi etmiş… Şemsi Ahmet Paşa, Rumeli Beylerbeyi olduğu dönemin Sadrazamı Damat Rüstem Paşa ve karısı Mihrimah Sultan‘ın kızı Ayşe Hanım Sultan‘ ile evlenmiş… Kayınvalidesi Mihrimah Sultan ise Kanuni Sultan Süleyman’ın kızıdır… Üsküdar’da vapurdan iner inmez iskelede karşılaşılan cami Mihrimah Sultan Camii’dir… Böylelikle kayınvalide ve damat Üsküdar’a birbirine yakın iki cami ve külliye yaptırıp hediye etmişler…

II. Selim’in tahta çıkmasıyla Şemsi Ahmet Paşa kubbealtında ikinci vezir olmuş… O sırada Piyale Paşa da üçüncü vezirmiş. Ama 1576’da Sultan II. Selim‘in kızı Gevher Sultan ile evlenen Piyale Paşa’yı hemen ikinci vezir yapmışlar… Şemsi Ahmet Paşa üçüncü vezirliğe indirilmiş… O dönemlerde sarayda çok güçlü olan Şemsi Ahmet Paşa bu duruma itiraz edip sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile kavga etmiş. Şemsi Ahmet Paşa her ne kadar güçlü olsa da diğer sultanın kızıyla evli olduğu için bu kavga üzerine vezirlikten atılıp saraydan uzaklaştırılmış…

Aslında bu plan Piyale Paşa’ya sadrazamlık yolunu açmak içinmiş fakat Piyale Paşa 1578’de ölünce plan suya düşmüş… Şemsi Ahmet Paşa bunun üzerine Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından tekrar kubbealtı vezirliğine geri çağrılmış… 1579’da Sokullu Mehmet Paşa da bir suikasta uğrayıp hayatını kaybedince Şemsi Ahmet Paşa’ya sadrazamlık yolu açılmış. Ama o da altı ay sonra 1580’de vefat etmiş… Külliye’deki medrese 1953’ten beri Üsküdar Halk Kütüphanesi olarak kullanılıyor…  Caminin haziresinde Şemsi Ahmet Paşa‘nın soyundan gelenlerle çevredeki ünlü kişilerin mezarlarının olduğu söyleniyor… Cami ve külliyeyi gezerken tanıştığım yaşlı bir kişi‚ ‘Külliyenin batısında külliyeden daha önce yapılan bir saray varmış‘ dedi…  Ama artık o saraydan eser yok… Tanıştığım kişi yanda artık mevcut olmayan sarayın Şemsi Paşa Kasrı, Şerefabad Kasrı gibi isimleri olduğunu söyledi… Sarayın 1869 civarında yıkıldığı sanılıyor….

Alman filozof Friedrich Hegel’in Türkçe’ye ‘Tarihte Akıl‘  diye çevrilen ‘Die Vernunft in der Geschichte‘ adlı eseri şöyle başlar… ‘Baylar! Bu dersin konusu felsefi dünya tarihidir‘… Ben de benzer şekilde ‘amacım gördüklerimi deneme üslubunda anlatmak‘ diyebilirim… Tarihçi değilim…  Akademik yazı da değil bu… Bir tür tarihi hikaye, anlatı… Diğer hikayelerden farkı, onun bir zamanlar yaşanmış olduğu iddiası…

Camiyi gezdikten sonra Salacak’a doğru giderken bir yandan Şemsi Ahmet Paşa’nın Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ile kavgasını gözümde canlandırmaya çalıştım… Ama diğer yandan da Mimar Sinan’ın eserlerindeki ustalık, mühendislik, ince işçilik ve asırlardır sırrı çözülemeyen mimari dehası beni bir kez daha etkilemişti… Eğer Üsküdar’a yolunuz düşerse gidip gezin, görün derim…

Yorumlar

yorum