Farklı olmak başka bir şey…

Amerikalı yazar William Faulkner’i tanıyor musunuz ? Pek çok
eseri Türkçe’ye de çevrilmiş. 1949 yılında Nobel Edebiyat Ödülü
ona verilmiş. Faulkner ödül töreninde unutulmaz bir konuşma yapar…

Faulkner konuşmasının bir yerinde şöyle der;

“Bugün yazı yazan genç kadın ve adamlar, insan kalbinin kendiyle
çelişmesinden doğan sorunları unuttular. Halbuki iyi bir yazı
ortaya çıkarmak için gereken bir tek kalptir.”

Bu konuşmanın üzerinden yarım yüzyıldan fazla süre geçti.
İletişim döneminde yaşıyoruz. Bilginin yayılışı neredeyse
ışık hızını aşacak… Gazetelerden, dergilerden, internetten,
sosyal medyadan devamlı bilgi akıyor… Ardından bu bilgiler
yorumlanıyor, televizyonlarda tartışılıyor…

Ben de yıllardır çeşitli yerlerde yazıyorum… Bu bazen bir
gazete, bir dergi bazen de bir internet sitesi oluyor. Artık ağırlıklı
olarak kendime ait bu blogda yazacağım.

Kişisel blogların da yer aldığı sosyal medyada okuyucu/yazan
arasındaki ilişkiyi de değiştirdi. Artık katılımcı, paylaşımcı bir
dönemdeyiz. Dolayısıyla yazdıklarıma sizler de yorumlarınızla,
görüşlerinizle katılacaksınız. Bazen de sizin yazılarınızı
yayınlayacağım…

Benim tüm yazılarımda dikkate aldığım nokta Amerikalı yazar
Faulkner’in işaret ettiği gibi kalptir. Kalbimiz ne diyor ? Bazı
köşe yazarları vardır. Hedefi en çok okunan olmaktır. Beklentisi
çok yüksektir. Sabırsızdır. Kim olduğunu düşünmez. Kim olması
gerektiğini zaten aklına bile getirmez. Sonunda yorgun savaşçı
olarak sahneden çekilir.

Benzer şekilde kendini beğenmiş narsist köşe yazarlar var.
Yazdıklarına odaklanmak yerine sürekli olarak kendisini
okuyacak birilerini bulmanın peşindedir. Sürekli olarak kendisini
kimsenin okumayacağı korkusuyla ruhunun tükendiğini fark
etmez bile…

Yazı yazan birine her zaman şu söylenir: “Farklı olman lazım”
Farklı olmak demek hep birilerinin söylediğinin tersini söylemek
midir ? Değil tabii… İlginç olmak da ‘her zaman herkesin
söylediğinin tersini söylemek’ değil…

Bana göre farklı olmak başka bir şeydir. Olayları duyarlılığın,
edindiğin tecrübeler ve ruhundaki olgunlukla harmanlayarak
kalbinin sesini de dinleyerek diğerlerinden farklı bir şekilde
yansıtmaktır.

Toplumun değerlerini, endişelerini, beklentilerini önyargıya
yer vermeden algılamak gerekir… Okuyana “Hiç böyle
düşünmemiştim” dedirtebilmek yazının vereceği hazzı en üst
sınırlara taşır. Yazdıklarım benim dışımda kimseyi bağlamıyor
tabii… Yazılarımla yapmak istediğim şey herkesle birlikte
yaşamı sorgulamak bir yerde…

Fransız romancı, deneme yazarı ve eleştirmen Marcel Proust
şöyle diyor: “Her hareketimiz, her sözümüz, her tavrımız,
onu doğrudan görmemiş, duymamış olan insanlar arasında,
geçirgenliği sonsuz değişken olan ve bizim tarafımızdan
bilinmeyen bir ortam bulur.”

Yazılar da böyle bir şey olmalı… Kimbilir belki Proust’un dediği
gibi okunduktan sonra kendine bilinmeyen bir ortam buluyor.
Bu kendime ait blogda ilk yazım… Ne kadar tecrübeli olursanız
olun ilk yazılar her zaman zordur… Neyi nasıl yazsam diye
düşünüyor insan. Pek çok konu vardır ama arasından birini
seçmek epey zaman alır. Ayrıca ilk yazıda hemen konuya mı
girmek gerekli yoksa insan kendini mi tanıtmalı hep tartışılır.
Ama blogdaki bu ilk yazım düşündüğüm kadar zor olmadı.
Faulkner’den başlayıp Proust ile bitirdik.

Yazılı basın art arda darbe alıyor… Artık eski haliyle devam
edemeyeceği görülüyor. Bu sektörde uzun yıllar çalışan biri
olarak bundan sonraki yazılarımda günlük konuların yanı sıra
gazetecilik-yeni medya-gazeteler konularını da irdeleyeceğim.

Yorumlar

yorum